Sunday, August 19, 2012

84






Bize doğru koşan iki kız çocuğunu neden sonra fark ettim, çünkü girişe en yakın masadaki bir kıza takılmıştı gözlerim. O Bahadır abiye bakıp gülümsüyordu, ben de diğer herkesi bırakıp ona dikmiştim gözlerimi. Uzun zamandan sonra ilk defa bir kıza bakıp üzüldüm; "bu kızın gönlünü çalacağım" veya "bu kız benim olmalı" dediğim zamanlar geçmişti, "bu kız asla bana bakmaz" deyip çabalamadan vazgeçtiğim zamanlar da geçmişti, güzel kadınlara bakıp onlarda doğanın mucizesini görmeye şartlandırmıştım kendimi. Bir de üç saniye kuralım vardı elbette, yanlışlıkla pota altına girersem üç saniye içinde dışarı atıyordum kendimi, çok hoş bir kız gördüm mü üç saniyeden uzun bakmıyordum. Ama ilk defa bu kıza bakıp "Bu bir işkence" dedim, sonra da Bahadır abinin kolumdan çekmesiyle gözlerimi ondan ayırıp küçük kızlarıyla tanıştım.











Bahadır abi işi uzatmadan beni sofra başında bekleyenlere takdim etti ve sonra kendi masasına aldı. Onu göremeyeceğim biçimde oturdum, ona bir daha bakmaya dayanamazdım. Ama ona sırtımı dönük oturmak için kalan tek iskemle Ceyda ve Ceren adlı ikizlerin arasındaydı.











Biri ziraat mühendisi, diğeri mimar olan bu iki kız kardeş aralarına oturduğum andan itibaren hiç susmadılar. O ilk yemeğe dair unutamadığım tek şey yanlış iskemle seçtiğimdir, o kadar söyleyeyim. Ne yediğimizi hatırlamıyorum, masada içki var mıydı hatırlamıyorum, diğer masalardan uğrayıp bir şeyler diyenleri hatırlamıyorum. Bahadır abi ve eşiyle neredeyse hiç konuşamadığımı, normalde çocuklarla iyi anlaştığım halde Bahadır abinin kızlarıyla şakalaşamadığımı, kalkma zamanı gelince büyük bir cendereden kurtulmuş gibi olduğumu hatırlıyorum sadece.











Daha sonra Bahadır abinin dediğine göre hiç gerçekten kavga etmeseler de sürekli tartışırlarmış, ben gelmeden 3 gün önce küsmüşler birbirlerine. O gün Işıl ablanın, Bahadır abinin eşinin zoruyla aynı masaya oturmuşlar ve aralarında bir boş iskemle bırakmışlar başkası gelip tampon bölge oluştursun diye. O tampon bölge de ben oldum acemiliğim yüzünden.











Daha ben oturur oturmaz Ceren, yani ziraatçı olan, Güney'e bakan binanın en yüksek bina olmasından şikayet etti. Odalar avluya değil dışarı baktığından herkes yazın kavrulacak diyerek saldırıya geçti. Ceyda, yani mimar olan, yüksek bina sayesinde avlunun çoğu zaman gölgeli olacağını ve kışın da ısıtma masraflarının azalacağını söyleyerek cevap verdi. Ayrıca, dedi, Kuzey ve Güney binaları 3 katlı, Doğu ve Batı 2 katlı, öyle en yüksek bina diye bir yer yok. Bunun üzerine Ceren de Kuzey'de fazla oda olmadığını, idari ofisin, arşivin ve depoların orada olacağını, Güney'dekilerin ise her yaz yanacağını söyledi ve bana döndü:











"Sen ofiste çalışıyorsun Pamukova'da, değil mi? Ofisin o kadar soğuk olsun ister misin?" diye beni konuya çekmeye çabaladı. Ben kekelerken Ceyda benim adıma cevap verdi:











"Adam yazın, güneşin alnında 12 saat Güney cephede mi çalışsın, onu mu öneriyorsun?" diyerek kardeşine çıkıştı.











"Bizim orada güneş…" diyecek oldum, dinlemeden birbirlerine girdiler yine. Binaların yapısı, biçimi, inşaata neden Güney binasından başlandığı gibi sonsuz bir tartışmanın içinde buldum kendimi, ama domatesli pilav gelince (bir tek bu yemeği hatırlıyorum) çok sevdiklerini söyleyip bir anda neşelendiler, hiç tartışmamış gibi yemeğe başladılar. Benim Bahadır abi ve Işıl ablayla edebildiğim 3-4 cümle de o araya rastlıyor. Daha sonra ise Ceren'in ziraatçilik konusundaki başarısızlığına yönelik karşı saldırı geldi, bu yıl ekilmesini önerdiği bitkilerden hiçbiri, ya da neredeyse hiçbiri kabul edilmemişti. Tatlılar gelince bir 'es' daha verdiler, Bahadır abinin kızları uyuklamaya başlayınca kalktığımızda kimin daha iyi domatesli pilav yapacağı konusunda birbirlerine laf sokuyorlardı.











"Yapın da yarın yiyelim" dediğim anda ne kadar hatalı bir cümle sarf ettiğimi anladım, yapıp önüme getirirlerse birini seçmek zorunda kalacaktım. Müsaade isteyip masadan kalkarken "kafanı şişirdik" diyerek ikisi de öptü beni, Bahadır abinin kahkahaları biz arabaya binene kadar kesilmedi.

No comments:

Post a Comment